Türk Kimdir?
TÜRK KİMDİR?
Bence;
Türk bir kavmin adı değil. Türk bir karakterin adıdır!
Türk; Kendini TÜRK hisseden kişidir.
Türk; Haysiyetli, onurlu, karakterli, özü ve sözü bir olan kişidir.
Türk; Çağ açıp kapatan atalarıyla övünendir.
Türk; 40 çerisiyle Çin sarayını basan yiğitlerin torunuyum diyebilendir.
Türk; Adaletli, hak ve hukukun anlamını bilendir.
Türk; Bekleyen değil beklenilendir.
………
Kaynaklarımızca;
- “Türk” Adının Ortaya Çıkışı
Araştırmacılar, Türklerin çok eski bir millet oluşu nedeniyle “Türk’’ adının eski kaynaklarda aranması gerektiğini ve yaptıkları birçok çalışma olduğunu söylemişlerdir. Bugün anladığımız şekilde ‘’Türk’’ adı, ilk olarak siyasi bir isim olarak karşımıza çıkar. Buna göre, “Türk” adı ilk olarak Çin yıllığı Çou-Gu’da Göktürk birliğini göstermek üzere 542 yılında ve Batı Wei İmparatoru T’ai-tsu tarafından Göktürk şefi Bumin’e elçi gönderilmesi münasebetiyle de 545 yılında görünmektedir. Bundan evvelki devirlerde böyle bir kavim adına pek sarih olarak tesadüf etmediğimiz için, bazı yabancı alimler “Türk” sözünün mevcudiyetini bu tarihten itibaren başlatmaktadırlar.
‘’Türk’’ adı topluluk ismi olarak ilk defa Göktürk Yazıtları’nda kullanılmıştır. Yazıtlarda bu topluluğun adı, bazen “Türük budun” olarak zikredilmiştir. Burada üzerinde durmak istediğimiz bir konu var. Bugün kullandığımız “Gök” sözcüğü eskiden kullanışlı şekliyle ‘kök’ (kö:k) gök, gök rengi, mavi, boz anlamlarını verir. “Türk” renk yönleme sisteminde mavi doğuyu anlatır. Bu yüzden Köktürk “Doğu Türkleri” anlamına gelir. Burada Göktürklerle ilgili belirtebileceğimiz bir başka bilgi ise, o zamana kadar bir topluluk isminin siyasi isim olarak sadece Hun Devleti’nde kullanılmış olmasıdır. Türk kültürüne mensup ve Türkçe konuşan toplulukları ikinci defa “Türk” siyasi adı ile Göktürk devleti çatısı altında toplanmıştır.
1.1. ‘’Türk’’ Adının Anlamı ve Yayılışı
Göktürklerle birlikte kullanılmaya başlanan “Türk” adının yayılmasındaki birinci etken, Türklerin çevrelerinde yaşayan topluluklarla mücadele etmesidir. Bu mücadelelerde zafer kazanması, farklı coğrafyalarda “Türk” adının yayılmasını ve bilinmesini sağlamıştır. “Türk” adının en geniş çapta yayılması ise Türklerin İslam dinini kabulünden sonra başlamıştır. Barthold, “Türk” adının yayılmasını, onu rastladıkları bütün Türk göçebelere ihsan ederek umumileştiren Müslüman yazarlara yükleyerek aktarır.
Bu yayılma sırasında “Türk” adının anlamını incelediğimizde, birçok araştırmacının “Türk” adına farklı anlamlar yüklediğini gördük. Belki de bunun nedeni, Türk topluluklarının zaman içerisinde birçok coğrafyada bulunması ve o coğrafyada bulunan topluluklarla ilişkilerinin sonucunda farklı anlamların ortaya çıkmasıdır. Çin ve Bizans kaynaklarına baktığımızda, “Türk” adının daha çok destani özelliklerle anlatılmasından dolayı buradaki anlamların ne kadar doğru olduğu şüphelidir. Ancak Macar tarihçi Vambery “Türk” adını ilk kez incelemiş, buna göre “Türk” adının Türkçede “türemek” manasında olan “türe- veya törü-“ den türemiş olup ‘yaratılmış mahluk’ manasına geldiğini söylemiştir. Bu kelime ilk önce “Törük” ,sonra “Türük” ve daha sonra da “ü” harfinin düşmesiyle birlikte “Türk” haline gelmiştir. Vambery’nin bu izahatı akıllara Göktürklerin Türeyiş Destanı’nı getirmekte, Ergenekon vadisinden çıkan bu toplulukla, Vambery’nin “Türk” adına yüklediği anlam arasında bir bağ olduğu söylenebilir.
Ziya Gökalp’e göre “Türk” adı “töreli, gelenekli” anlamına gelmektedir. Alman Türkolog F.W.K. Müller’ in Uygur metinlerinde tespit ettiği “Türk” kelimesi “kuvvetli, güçlü” anlamına gelmektedir. “Türk” kelimesinin, kavim adı olan “Türk” ile aynı olduğunu ilk defa A.V. Le Coq ileri sürmüş, Wilhelm Thomsen ve Gyula Nemeth bu görüşü kabul etmiştir. Ünlü Türk dilcisi Kaşgarlı Mahmut, “Türk” adının Türk milletine Tanrı tarafından verildiğini ve “olgunluk çağı” anlamına geldiğini söylemiştir. Aynı zamanda Kaşgarlı Mahmut’un eserinde “Türk” adı “vakit” anlamına gelen bir kelime olarak da karşımıza çıkar.
- ‘’Türk’’ Adı ile İlgili Rivayetler
Türkler birçok milletin tarihini etkilemişler, destanlarına hatta efsanelerine girmeyi başarmışlardır. Birçok kavim ve millet “Türk” adına farklı rivayetlerle kendi kültürlerine göre farklı anlamlar vermiş ve farklı şekilde yazmışlardır.
İsrailiyat kaynaklarından olan Tevrat rivayetlerine göre, Türk Nuh’un neslindendir. Türk Nuh’un üç oğlundan Yafes’in torunu olarak kabul edilir, bazı kaynaklarda Türk’ün doğrudan doğruya Yafes’in oğlu olmamakla beraber onun neslinden olduğu da kabul edilen görüşler arasındadır.
En dikkat çekici rivayetlere ise Arap kaynaklarında rastlıyoruz. ‘’Türk’’ adı Çin’den sonra en eski olarak Arap kaynaklarında geçer. İslamiyet öncesi Arap kaynaklarında ilk olarak Cahiliye Devri şairlerinin divanında geçmektedir. Sahih olduğu bilinmemekle beraber İslam Peygamberinden rivayet edilen “Türkler size dokunmadıkça onlarla sulh içinde yaşayın.” hadisi de “Türk” adının geçtiği önemli bir rivayettir.
Diğer bir Arap kaynağında da, Türkler Yecüc-Mecüc seddinin arkasında terk edilmiş bir kavim olduğundan veyahutta Yafes’e düşen toprak sahasının insandan yoksun, terk edilmiş bir durumda olmasından dolayı Türklere “Terek” adı verilmiş ve zamanla “Türk” adının buradan geldiği kabul edilmiştir.
İslam kaynakları aynı zamanda İran rivayetlerini naklederken de “Türk” adından bahseder. Hükümdar Farüdün ülkesini üç oğlu Sarm, İrac ve Turac arasında bölüştürdü. Ortaya çıkan taht kavgalarında İrac diğer kardeşleri tarafından öldürüldü ve İrac’ın yerine geçen oğlu Manüçithra babasının intikamını almak için Türk ülkesine giderken Turac’ın neslinden Afrasyab ile karşılaştı ve savaştılar. Bu savaşlardan sonra iki ülke arasında sınır ok atarak belirlendi ve bir İranlı tarafından Teberistan’dan atılan bu ok “Ceyhun-Amu Derya Nehri” üzerine düşmesiyle bu nehir iki ülke arasında sınır sayıldı bundan böyle İran rivayetlerinde Türk ülkesinden “Turan”, Fars ülkesinden de “İran” tabirleri ile bahsedilmiştir.
Göktürk Yazıtlarında da “Türk” adı şöyle geçer:
“Türk milletinin, adı ve ünü yok olmasın diye, Babam Kağan’ı, Annem Hatun’u, yükselterek(tahta çıkarmış olan) Tanrı!”
- Yabancı Kaynaklarda Geçen ‘’Türk’’ Adı
3.1. Roma Kaynakları
Türklerin mitolojisine mensup olan kurt sembolünün Etrüsklerde de görülmesi Türk-Etrüsk yakınlığını ortaya koyuyor. Bundan dolayı da “Etrüsk” adına da “Türk” adının yansımış olabileceği düşünülüyor. Roma kaynaklarında İç Asya ve Karadeniz’in kuzeyindeki kavramlarla ilgili bilgiler bulunmaktadır. Bazı coğrafyacılara göre bu alana Türklerinde dahil oldukları, bundan dolayı da bu kaynaklarda Türklerden de bahsettikleri düşünülüyor. “Pomponius Mela, Azak Denizi dolaylarındaki, Türklerden “Tyrcae” olarak söz eder.”
3.2. Eski Yunan Kaynakları
Yunan-Bizans tarihçileri doğudaki ve Karadeniz’in kuzeyindeki kavimlere genel ad olarak İskit demiştir. Türklerde “İskit” kavramına uzun bir süre dahil edilmiştir. İskitlerin özelliklerinde Türk özelliklerinin de görülmesi bu kavimlerin birbirlerini kültürel anlamda etkilediğini gösteriyor.
Yunan kaynaklarında Türkleri öğrenebilmek için en eski kaynaklara bakılması gerekiyor. Ana kaynak niteliği taşıyan Herodots’un eserinde “Türk” adını J.U.Hammer ve Avustralyalı bilgin Wilhelm Tomaschek araştırıyor. Hammer’ a göre Herodots’ un doğu kavimleri arasında söylediği Targitaların Türk olduğuna dair görüşleri vardır. Tomaschek ise Herodots’ un Tyrikae (Jyrkae) diye bahsettiği kavmi Türk olarak kabul etmiştir. “Türk” sözü K. Frak’a göre Herodots tarihinde sözü edilen Saka Türklerinin dillerine göre “Deniz kıyısında oturan adam” anlamına gelmektedir.
3.3. Hint Kaynakları
Hint kaynaklarında Türkler, Kuzey kavimleri arasında gösterilmiştir. M.Ö. binli yıllardan itibaren Hint alemi ile Kuzey kavimleri arasında bir ilişki mevcuttur. Hatta Hint kaynaklarında “Turukha (veya Turuşka)’lar ve Thrak’lar”, “Türk” adını taşıyan kavim sanılmışlardır.
3.4. Bizans Kaynakları
Bizans kaynaklarında “Türk” kelimesi “Turkos” şeklinde geçer. Bizans kaynakları; Göktürkleri, Sabirleri, Hazarları, Selçukluları, Mısır kölemenlerini ve Osmanlıları da “Türk” adı ile anmışlardır. Coğrafi ad olarak “Türkiye(Turkhia)” tabirine de ilk defa Bizans kaynaklarında rastlanır. Macarları da “Muntazam Türk” olarak adlandırırlar. Bizans kaynaklarında Hun yerine “Türk = Tourkoi” adının ilk defa 582 yılında ölen Agathisas tarafından söylendiği biliniyor. W.H. Haussing Türk’ün “kudretli, güçlü” olduğunu belirtir.
Bizans kaynaklarında dikkati çeken diğer bir hususta Türkleri Troyalıların neslinden saymalarıdır. XV. yüzyılda İstanbul’u fethederek intikam almış olduklarını öne sürerler. Tabi bu bilgi sağlam bir temele dayanmamaktadır.
3.5. Çin Kaynakları
Millet ve devlet adı olarak “Türk” kelimesi, Çin’ de Chou sülalesi (557-579) yıllığında görülmüştür. “Chou-shu’da Tu-kué’lerin (Türklerin) ataları, Kiungnu’ların kuzeyinde bulunan So- Devleti’nden gelmektedir.” “T’u-chue yani T’u-kue”, “Türk” kelimesinin Çincedeki telaffuzudur.
Çinliler Türk kelimesini kendi fonetiklerine göre ancak “T’u-kue” şeklinde yazabilmişlerdir. Bu kelime çift heceli olarak gözükmektedir. Buradan da “T’u-kue” kelimesinin “Türk” değil, “Türük” kelimesinin karşılığı olduğunu anlıyoruz.
Çin kaynakları “Türk” kelimesinin en eski çağlarını kaydetmişlerdir. Fakat Türkçeye uygun olmayan harf sistemleri nedeniyle, onun Türkçeye göre tam karşılığı bilginler tarafından tartışma konusudur. Fransızca imla ile E. Chavannes “Tou-kiou” , P. Elliot “T’u-kiue” Türkçe harflerle W. Eberhard “Tu-cue”, Çince imla ile P. A. Boodgers ve Bahaeddin Ögel “T’u-chüeh” olarak ifade etmişlerdir.
3.6. Macar Kaynakları
Macarlar ile Türklerin ilişkisi Hun devrine kadar gitmekte hatta erken devirlerde Macarlar bir Türk boyu kabul edilmektedir. Macarların dilinde Türk ismi iki heceli ve “Török” biçiminde ifade edilmiştir. Ancak bu adlandırma olağan kabul edilmelidir; çünkü Macarlar genellikle “ü” olan Türkçe sesleri “ö” olarak kendi dillerine mal etmişlerdir.
3.7. Soğd Kaynakları
İranlı bir kavim olarak kabul edilen Soğdlar Türklerle erken tarihlerden beri yakın ilişkiler kurmuşlardı. Onların bir kısmı ticarete yatkın bir kavim olarak, Orta Asya’da Türk boylarının bulunduğu bölgelerden geçerek Ötüken yöresine kadar gitmişlerdi. Göktürk devletinin kurulduğu yıllarda Soğdlar Göktürk devletinin hizmetinde bulunmuşlardır ve onların öteki devletlerle ilişkilerinde önemli yerleri olmuştur. Soğd dilinde yazılmış Türk ismi en eski tarihli belge olarak Bugut yazıtında geçmektedir. Göktürklerin ilk döneminden kalan bu yazıtta “Türk” ismi “Tr’wkt” Türkler diye çoğul halinde geçmektedir. Soğdçadaki “Tr’wk-‘Truk” telaffuzunu karşılamaktadır.
3.8. Rus Kaynakları
X-XI. yüzyılın etkilerini gösteren Rus kaynaklarında “Türk”, “Tork” veya “Torki” şekillerinde yazılmaktadır.
3.9. Tibet Kaynakları
Türklerin yaşadığı sahanın güneyinde kalan Tibet’in kaynakları, VIII. yüzyıldan sonra, değişik bir alfabe imkanı ile Türk adına ışık tutmaktadırlar. Son yıllarda gittikçe artan Tibet tetkikleri sayesinde “Türk” adının ilk zamanlardaki iki heceli olabilme özelliği elde edilmiştir. Tibetliler kuzey komşularını “Dru-gu” olarak yazmaktadırlar. Bunda Tibet alfabesinde “Türk” kelimesindeki son iki harfi olan “rk” yi yazmanın zorluğu etkili olmalıdır. Türklere batı ve güneyden temas eden kavimlerin verdikleri adlar, genellikle birbirine benzemektedir. Türklerin en yakın ilişkide oldukları Soğdlar, sonra Hoten-Sakaları ve nihayet daha uzaktaki Tibetlilerdir. Tibetlilerin verdiği “Dru-gu”, erken devirlerdeki iki heceli “Türük” şeklini “Truk” da sonraki “Türk” yazılışının bir yankısı olabilir. Türgeşlerin ismi bu kaynaklarda “Dur-gyis” biçimde geçtiğinden, “Türk” de “Dur-gu/Dur-ku” biçimde yazılması gerekirdi diye düşünülebilir.
3.10. Hoten – Saka Kaynakları
Doğu Türkistan’da milat ve sonraki yüzyıllarda yaşayan ve İranlı (Tokhar) kabul edilen erken devir Hoten metinlerinde Türkler için “Ttruk” dendiği tespit edilmiştir. Daha geç zamanlarda ise “Tturka” şekli de bilinmektedir. Bu iki türün, yani “Truke” ve “Turke” benzeri ifadeler Soğdlar tarafından kabul edilmiş idi. Bu arada Hotencede sessiz harf ile biten yabancı kelimelerin sonuna “-e” getirilmesi yaygın imiş. Tibetçede de bunun “Truk” veya “Truka” da benzerlerini görüyoruz.
3.11. Ön Asya Kaynakları
En eski yazılı kaynaklarda “Türk” adıyla ilgili hatıralar bulunduğu zaman zaman iddia edilir. Bu arada, Ön Asya kavimlerinin en eskilerinden biri olan Sümerlerin de aslen, Türkistan sahasından geldikleri de belirtilir. Çünkü Sümer dili ve Türk dili arasında dikkate değer bağ ve yakınlık bulunmaktadır. Sümer, Akad, Hitit ve Urartularda “Türk” adını çağrıştıran özel adlar bulunmaktadır. “Turci”, “Turki” ve “Turukku” bunlar arasında en çok dikkati çekenlerdir. M.Ö. 3. ve 2. bin yıllarına ait bu kayıtların, doğrudan Türkleri kastettiğine dair bilim aleminde yaygın bir kabullenme bulunmamaktadır.
SONUÇ
“Türk” adı siyasi olarak ilk defa Çin yıllıklarında geçmektedir. Topluluk adı olarak ise Göktürk Kitabelerinde geçmiştir.
“Türk” adının yayılmasında hiç şüphesiz en önemli etken, Türklerin göçebe bir kavim oluşu ve çevrelerinde yaşayan topluluklarla mücadele etmeleridir. Türkler, İslamı kabul ederek büyük zaferler kazanmaya başlamışlardır. Bu da, “Türk” adının yayılmasında önemli bir etken olmuştur.
“Türk” adının anlamları değişiklik gösterebilir. “Türk” adını ilk kez inceleyen Vambery’e göre “Türk” adı “türemek” fiilinden gelmektedir. Ziya Gökalp ise “Türk” adına “töreli, gelenekli” anlamlarını vermiştir. Kaşgarlı Mahmud’a göre de “Türk” adı milletine Tanrı tarafından verilmiş olup “olgunluk çağı” anlamına gelmektedir.
“Türk” adıyla ilgili rivayetlerde birçok milletin kendilerine göre verdikleri anlamlar oldukça dikkat çekicidir. Tevrat Türk’ü Nuh’un torunu olarak kabul ederken, Araplar “Türk” adının terk edilmiş anlamında “Terek”ten geldiğini rivayet ederler.
Çeşitli telaffuz şekillerinden en dikkat çekicileri ise Bizans, Roma, Macar ve Soğd kaynaklarıdır. Bizans kaynaklarında “Turkos”, Roma kaynaklarında “Tyrcae”; Macar kaynaklarında “Török” ve Soğd kaynaklarında da “Tr’wk” olarak “Türk” adı karşımıza çıkar.
“Türk” adını her millet kendi kültür ve anlayışına göre aktardığı için, farklı telaffuz biçimleriyle ve çeşitli anlamlarla karşılaşırız. Yine de “Türk” adının birçok farklı kaynakta karşımıza çıkmasından anlıyoruz ki, Türkler hem siyasi hem askeri alanda, her devirde aktif rol oynayarak birçok milletin kültürüne ve tarihine girmeyi başarmıştır. (1)
ATATÜRK’ün tarifiyle, TÜRK KİME DENİR?
1 – Türk kimdir, nasıl biridir? Yanıtım şudur: Türkiye, yurdumuz, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği eşsiz bir varlığın yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin yıllık bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurları ile yıkandı; o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından, önce korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları doğanın babası tanıdı, onların oğlu oldu, Türk oldu. Türk budur işte: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Haysiyeti, izzetinefis ve yeteneği çok yüksektir, çok büyüktür. O tarihin çok eski devirlerinde insanlığa karşı yaptığı kültürel görevleri yeniden, fakat bu kez daha üstün şekilde yapmaya hazırlanan yüksek bir varlıktır.
2 – Ben Atatürk, Anadolu tarlasında yaşamış olan ve kökleri, hâlâ halk arasında ağızdan ağza iletilen masallarda, söylencelerde, yer altı ve yerüstü kültür kalıntılarında yaşayan bütün ulusları Türk olarak kabul ettim. Benim için Türk adı, Anadolu toprakları üzerinde kederde, kıvançta dayanışma içinde olan bütün insanların adıdır. Bu nedenledir ki, “Ne mutlu Türküm diyene” esasını koydum. Ulusun bireyleri yalnızca kan bağıyla değil, kafasıyla, iradesiyle de bağlar kurmalı aralarında. Türk olmak dileği, isteği, çalışması, iradesi yeter Türk olmak için…
3 – Hepimiz Türk’üz. Türkler dünyanın en büyük milletidir. Her yeri dolduran Türk’tür ve her yanı aydınlatan Türk’ün yüzüdür. Bir Türk dünyaya bedeldir. Türk kuvvet ve zekâsının yenmediği ve yenemeyeceği zorluk yoktur.
4 –Türk halkı, özgürlüğüne öyle bir tutkuyla bağlıdır ki, onu korumak için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır. Türk halkının en iyi nitelikleri; verdiği sözlere sadakati, arkadaşlarına olan vefası ve ülkesinin bağımsızlığına olan sarsılmaz düşkünlüğüdür.
5 – Türk milletinin her bireyi, kimi farklarla genel olarak birbirine benzer. Bazı yapı farklarını ise doğal karşılamak gerekir. Çünkü başka başka iklimlerin etkisi altında, başka başka türden yerlilerle binlerce yıl yaşamış, kaynaşmış bu kadar eski, bu kadar büyük bir insan topluluğunun bugünkü çocuklarının tümüyle birbirine benzemeleri mümkün müdür? Her zaman, her yerde bir ailenin çocuklarının bile, tamamen birbirine benzemeleri görülmüş şey değildir. Türk kavminin yalnız bir noktada, iklimi aynı, dar bir bölgede belirmiş olduğunu sanmak doğru değildir. Türk kavmi çok büyük bir alanda vücut bulmuş ailelerin birleşerek sop, sopların birleşerek boy, boyların birleşerek öz, özlerin birleşerek siyasi bir topluluk olan el, en nihayet ellerin de bir merkezde birleşmesiyle büyük bir toplum meydana getirmiştir. Bu büyük Türk topluluğunu oluşturan unsurların mahiyetleri arasındaki fark büyük olmamakla birlikte, kökenin genişliği, nüfusun çokluğu düşünülünce, Türk kavimlerinin aralarındaki manevî bağlılığın gevşek olması ve çeşitli adlarla, çeşitli roller oynaması doğal görülür. Bu sebepledir ki tarih, olaylarını yazdığı kavimleri nerede, nasıl ve ne adla tanıdıysa, o şekilde yazmıştır. Böyle olmakla birlikte, bugünkü Türk milletinin esası aynı kökenin, aynı uzun ortak geçmişin saptadığı belirli tiptir: Türk tipi!…
6 – 8 Eylül 1932’de Diyarbakır Halkevi’nde dediğim gibi: Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bizim yeni işimiz budur. Bu damarlar birbirini duysun ve birbirini tanısın. Bu dediğim şey hakikat olacak, çünkü hakikattir. Bu dediğim şey olduğu zaman başka bir âlem görülecek ve bu âlem dünyaya hayret verecek, nur feyzini insanlığa saçacaktır. Hakikat güneşi durmaz, daima yükselecek, Türk’ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek. Bu karmaşık işlerin içinden çıkıp yükselebilmek için bize dirilik gerektir. Birlik onunla beraber yürür. Diri yalnız Türk milletidir, birliği ortaya koyan da Türk’tür, dirliğin ne olduğunu anlatan da Türk’tür.
7 – 1937 yılının Kasım ayında doğu illerimizdeydim. Halkımın soylu varlığına, yüksek uygarlığına, anlayışına, geniş özverisine, çalışkanlığına şahit oldum. Türk’ün insanlığa olan kültürel katkısını, dünyaya örnek olma niteliğini düşündüm. Seyahat arkadaşlarıma İzlenimlerimi şöyle ifade ettim: Ülkenin on bir vilayet merkez ve dolaylarını gezdim. Bütün bu merkez ve dolaylardaki Türkleri, babaları, anaları ve çocuklarıyla gördüm. Çok sevindim. Yüksek uygarlık temeline tanık oldum: Madenlerden kurulmuş temeller… Bu açılmış maden ocaklarında profesörleriyle, teknisyenleriyle, işçisiyle baştan aşağı Türk olan yüksek anlayışlı bir toplum… Öyle memleket bölgeleri geçtik ki, orada kadınlar erkeklerden daha çok sapana yapışmış, elinde çapasıyla Türk’ün azık topraklarını zenginleştirmeye çalışıyor; toprağını seviyor, ona gönülden bağlıdır. Bütün bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti zengin, kuvvetli ve görkemli olsun diye kendi rızkının fazlasını seve seve, tereddütsüz, büyük bir fedakârlıkla devlet hazinesine veriyor.
8 – Bütün gördüklerimizi bu kısa ifade içinde toplamak mümkün değildir. Türk olsun veya olmasın, bu Türk toplumu içinde az çok gezen, dolaşan, inceleyen her akıllı insanın, kendini bütün dünyaya büyüklük saçan kuvvetli ve asil bir varlığın içinde duymamasının imkânı yoktur. Böyle duymayan bilinçsizler bir tarafa bırakılınca, hakiki insanlık duraksamadan kabul eder ki, Türkiye Cumhuriyeti ve onun bugünkü sahipleri olan Türkler bütün dünya uygarlık ve insanlığı için uyulması gereken bir örnektir. Yalnız bu kadar değil, Türkler tarihin çok eski devirlerinde insanlığa karşı yaptıkları kültürel görevleri yeniden ve fakat bu sefer daha iyi şekilde yapmaya hazırlanan yüksek bir varlıktır.
9 – Türk ruhu… nerededir o, nasıl anlaşılabilir? Bu konuyla ilgili olarak yabancılara yaptığım açıklamalarda şunları söyledim: Bizde ilk etkiye kapılmamak lazımdır. Türkler hakkında her işitilene gerçek gözüyle bakmayıp kanaatlerini mutlaka bilimsel ve esaslı incelemelere dayandırmalıdır. Vaktiyle sizin seyyahlarınız, sizin büyük yazarlarınız, İstanbul, Bursa ve İzmir şehirlerindeki gözlemlerine göre Türk ruhu hakkında hüküm vermişlerdir. Fakat onlar Türkiye’yi değil, Doğu’nun şehirlerini görmüşlerdir. Türk milletinin ruhu, Anadolu’nun büyüleyici fakat sert yaylalarında anlaşılabilir. Türk milleti beşiğine dönmekle yenilenmiş ve gördüğünüz değişiklikleri yapabilmiştir. Vaktiyle vergiler altında ezilmiş, fazla çalışmaktan usanmış Türk köylüsü, Balkanlar ve benzeri yerlerdeki harp meydanlarında kanını ve faaliyetini dökmeye gidiyordu. Anadolu yok farz ediliyordu. Bugünse Türk köylüsü faaliyetini, emeğini ana toprağına sarf ediyor. Neler yarattığını da kendiniz görüyorsunuz. Kuvvet ve kudret milletin enerjisinde mevcuttur. Ben bir rehberden, bir hamiden başka bir şey değilim. Gerek iç ve gerekse dış politikada amacım Türk milletinin barış ve sükûn içinde çalışmasını sağlamaktır.
10 – Türk! Öğün, çalış, güven. Bu sözümle demek istediğim şudur: Türklük esastır. Bu varlığı tarih içinde araştırmak, zincirleme bir tarih içinde belirlenecek Türk uygarlığı ile, tarihi ile övünmek yerinde olur. Fakat, bu övünmeye layık olmak için bugün çalışmak lazımdır. Her alanda, özellikle uygarlık dünyasına eser vermek için çalışkan olmayı hedef tutmalıdır. (2)
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!
KAYNAKÇA
1“Türk” Adının İlk Ortaya Çıkışı, Anlamı ve Yayılışı www.akademikperspektif.com Misafir Kalem 21.01.2015
2 WWW.cihandura.com
Kimler Neler Demiş?
İlk Yorum Hakkı Senin!
Yorum yazmak için Giriş yapmalısın!
Yorum yazmak için Giriş yapmalısın!